"Hiçbir şey Hayat Kadar Şaşırtıcı Olamaz. Yazı Hariç!"


26 Haziran 2012 Salı

Bomonti Sadece Bir Semt Değildir!


ıslıkla downtown train çalarak çapadaki yalnız apartmanının güzel kapısını kapatır.zihninde uykuya dalmış güvercinlerin ürkekliği, ruhunda kırılmaya yüz tutmuş bir hindu halatının mahsunluğu vardır. takriben 100 adım atacak ve sokağın köşesindeki tekel bayiine gidecek, devletin kendisine sağladığı öğrencilik kredisinin belirli bir miktarını bütçesi çerçevesinde çarçur edecektir. hüzünlüdür. tom waits zaten hüzün demek değilse ne demektir.

huzursuz adımlarını sokağın köşesine doğru yönlendirir. yürürken karşısından mahallenin şarapçısı çakır gelmektedir. "çakır naber lan? şarabı bitirmişin erkenden. ne iş?" şeklinde selam verir. "perfecktus abi be. bana bi bira alsana be" şeklinde tinerci yavşaklığı ve korkutucu bakışlarıyla cevap verir çakır. perfecktus korkmaz. özgür olanlar korkmaz çünkü. ölüm özgürlüğü kısıtlayamaz. "olur lan. gel alıym sana iki bira şerefsiz." diye neredeyse aşırıya kaçan bir sevgi gösterisiyle cevap verir perfecktus. insan zihninin kıvrımları her zaman yeni sürprizlere gebedir. çakır ve perfecktus başlarlar hayatlarının ne ilk ne de son 100 metresine.

tekel bayii çakırı tanır. "dünya üzerinde işlevi kalmamış fakat bu kadar bayisi bulunan başka bir kuruluş yoktur herhalde" der perfecktus çakır'a. çakır bunun farkında değildir. bu durum çakırın sikinde değildir demek daha doğru olur sanırım. "senin bi manitan vardı çakır, beyaz bi kurt köpeği, noldu lan ona?" diye sorar tekel bayisi. kuruyemişçi bozuntusu. "siktim öldü" der çakır. sinirlenmiştir. perfecktusla aralarınaki entellektüaliteye dayanan arkadaşlık bu noktada son yolculuğuna uğurlanmaktadır.bu durum ziyadesiyle sinirine dokunur perfecktusun.

"siktir et sen itleri çakır" der perfecktus. it derken tekel bayiine bir bakış çakar. sert bir bakış. dişlerinin arasından tısladığı duyulur perfecktusun. adanalı backgroundu ve jiu jitsu konusundaki ustalığını bakışlarına yansıtır. tekel bayii korkmuştur. "peki öyle olsun bakalım" gibilerinden bir bakış atar fıstıkçı şahap. "ordan iki tane efes extra ver çakır'a... " der perfecktus, cümlesine devam etmeyi düşünürken çakır şimşek hızıyla fırlatır kelimelerini. "bomonti ver". bomontinin bir semt dışında başka bir cümlede ilk kez kullanıldığına şahit olan perfecktus şaşırır. "bomonti ne lan çakır! al işte efesini amına koyim" der. çakır bu kez korkar bu sertlikten çünkü perfecktus jiu jitsu bilmektedir. çakır perfecktusun jiu jitsu bildiğini kötü bir tesadüfle öğrenmiştir. asla da unutamayacaktır. "abi o gaz yapıyor amınakoyim ya" . çakır bunları söyler ve kenara çekilir. "tamam öyleyse iki tane bomonti ver çakır'a" der perfecktus, "dört tane de bana". 

derken bomonti serüveni başlar. aslında olay böyle cereyan etmemiş olsa da hayal gücü her vakit garibanın sermayesidir bi yerde. "ne olmuş yani büyük adam olamadıksa, hyallerimizi satmadık ya!"

24 Haziran 2012 Pazar

Ortam Çocuğu Kamil Vol. 2 - Lider Adana ile İstanbul

atilla altıkattaki yazıhaneler sokağına çıkar çıkmaz yolunu kesmeye başladı bilet satıcıları ortam çocuğu kamilin. "ankaraya mı abi?" "urfavar urfavar" "elbistan elbistan elbistan" bağırışlarının arasında mağrur bir gladyatör edasıyla lider adana yazıhanesine girdi. girer girmez kesif bir koku burnunun direklerini richter ölçeğine göre 4.7 şiddetinde salladı ve beynine birkaç toplu iğne sapladı. "lanet olsun bu hayat/lanet olsun bu sevgim/seni çok sevmiştim/sen neden bena böyle yaptın?" diye söylendi. duvarlar konuşsaydı eğer arabesk şarkılarla yaşadıklarını anlatırken muhtemelen ağlayacaklardı. arabesk demişken, ortam çocuğu kamil yazıhanedeki bankoya yaklaşırken iğrenç sarılıkta saçları ve iğrenç tondaki konuşmasıyla yazıhane personeli gülen gözlerle karşıladı onu. "buyrun?" diyen gözlerle süzdü onu, sorular sordu bakışlarıyla. üstelik bakışları lensti. "şey ben saat 7 istanbul arabasının servisi geldi mi acaba diye soracaktım" sesinde kendini bulmak isteyen bir gencin dramı vardı. "15 dakika sonra gelir, 6 buçukta" demesiyle birlikte önünde duran fatura benzeri yığının içine daldı yağlanmış sarı saçlı kadın.

ortam çocuğu kamil biraz mahçup biraz da çaresiz oturdu yazıhanedeki sandalyelerin birine. 15 dakikalık zamanda babasını düşündü, annesini, kardeşlerini, adanayı ama en çok da istanbulu düşündü.  hayatında bu döneme ertelediği o kadar çok macera vardı ki üniversitede geçireceği 5 yıl bunlar için yeterli olmayabilirdi. interrail yapacak, work and travel yapacak,  su gibi karı kızla yatacak, sabahlara kadar film izleyip boğazın en işlek yerinde pantolonunu indirip boğazın sularına işemeye başlayacaktı. 5 yıl sonra lider adananın neoplan modelli arabasının 37 numaralı koltuğunda camdan bakarken bunların sadece bikaçını yapmış olacaktı. hangilerini gerçeğe dönüştürdüğünüyse bize zaman gösterecek. ben zaten biliyorum hangileri olduğunu ama size zaman gösterecek.

otobüse bindi. normal insanlar nasıl biniyorsa o da öyle binmişti ve bu durum bi hayli tedirgin etmişti ortam çocuğu kamili. zira kamil hayatındaki tecrübelerden de yola çıkarak başına bazı aksiliklerin geleceğini biliyordu. aksilikler gelse gelse kamil gibi siliklerin başına gelirdi çünkü.  netekim öyle de oldu. otobüs büyük bağırış çağırışlar "gardaşım saat 7de kalkmıyor mu bu?" sorgulamaları ve huzursuz yolcularıyla birlikte hareket etti saat yediyi çeyrek geçe. "sevgili yolculaerımız lider adana seyahatin size sunduğu...hıııı...hoşgeldiniz. ıııııı. yolculuğumuz yaklaşık 13 saat sürecek(yol bitiminde tam olarak 15 buçuk saat olduğunu görecekti kamil bu 13 saatlik yolculuğun) ve ııııııımmm yolculuk botunca iki zefer mola verilecektir. yoljluğunuzzun iyibir şekilde geccmesini diler tejekkür ederiz".

anons anons olalı böylesi eziyet çekmemişti kuşkusuz. otobüs hareket ettikten yaklaşık on dakika geçmemişken şehirlerarası tuvalet kokusu sarmaya başladı koridoru. muavin oda parfümü fısfıslıyorfu fısfıslamasına fakat yolculardan yükselen metan gazı kapalı alanda sigara içme yasağının kanıtıydı adeta."kapalı alanda osuranların götüne tıpa takılmalı kardeş" diye söylendi kamil.

işte istanbul yolu, işte hayallerim, işte gençliğim, işte geleceğim. kamil bu düşüncelerle yolculuğuna başlamıştı. otobüs muavini parmaklarının ucunda yükselerek en ön sıradaki koltuğun üst bagaj kısmına elini soktu, derken bir adet otobüsün başında bir adet de orta kapı kısmında olmak üzere iki televizyon sarktı aşağıya, işte japonlar işte teknoloji. 2 adet kamilin yan kısmında dört adet önünde 4 adet de arkasındaki koltuklarda olmak üzere yaklaşık 10 kişilik bir işçi grubu sarmıştı kamilin etrafını. sürekli yüksexesle konuşup gülüşüp esprileşiyorlardı. bu kamilin ilk şehirlerarası yolculuğuydu, kamil camdan ürkek gözlerle dışarı bakmaktaydı.  ekranda yazılar çıkmaya başladıktan sonra işçilerden daha yüksek sesle konuşanı "maskeli beşler ırak" diye bağırdı, ve güldü. kamil nereye düştüğünü anlayamıyordu, bu yolculuğun hayallerinin başlangıcına ulaştıracağı için fazla ses etmiyordu fakat içten içe bir şeylerin yanlışlığını fark etmişti. "siktir et be kamil, sen de izleyiver şu kahrolası filmi" diye söylendi. kamil her zaman amerikan ingilizcesinde güzel seslendirilebilecek şekilde söylenirdi zaten hepimiz gibi. maskeli beşler ırak diye bağıran adam işçi güruhunun gülüşmesinin ardından tekrar şaha kalktı "ya da recep ivedik" gülüşmeler devam etti. çok kötü oyunculuk barındıran canlandırma sahnelerini yaşıyordu kamil. film başladı. amerikanın ırakı işgal etmesini post-protest bakış açısıyla işleyen ve sanatsallıkta no man's land ile dahi yarışabilecek kaliteye sahip oyunculukta tavan yapmış filmi izlerken işçiler her espriye aynı sırayla gülmeye devam ettiler. kamilin yanında oturan suskun pos bıyıklı işçi elleriyle bir sivrisineği öldürdü, belki de yaralamıştır, olayın ardından sivri sineği tekrar gören olmadı. ağır yaralanmış da olabilir. 

kamil bir şiir yazmayı denedi ama bu denli heyecanlıyken şiir yazılmazdı. o da başka şeyler yazmaya çalıştı. üniversitede geçireceği en az 5 yıllık sürenin ardından yapmış olacağı şeyleri not defterine yazmaya karar verdi. ortam çocuğu kamil her zaman planlı çalışırdı. noktası virgülüne kamilin yazdıklarını aktarıyorum(parantez içinde yorumlarımı da esirgemeyeceğim, bilginize):


---en az on tane kız arkadaşım olacak en az 10 tane one night stand(bok var ya amk)
---çiçek pasajında en az 3 kere fasıl(no comment)
---boğazın sularına gecenin köründe don çıkarılıp işenecek
---festivallere gidilip entellektüellik merdivenleri tırmanılacak(müslüm gürses dinlediğin günleri ne çabuk unuttun, peki ya selahattin özdemir?)
---galata kulesinin dibinde, boğazın dibinde, bütün tarihi bütün turistik bütün sikimsonik yerlerde birer tek sigara içilecek.
---bütçe yettiğince fener maçlarına gidilecek(fenerli kamil)
---en az on adet one night stand(otobüste sallana sallana yazılan bir notta iki kere tekrar edilen bir madde çok da mühim olmasa gerek)

yüzünü cama dayamış camdaki yansımasına bakarken gözlerinden bir tek yaş döküldü kamilin, kamil pek ağlamazdı, kamil geçen yıl liseden mezun olurkenki haline  hiroşimada ölen çocuklara beyrutta silahlarla oynayan çocuk askerlere ağladı, ha bir de bağıra çağıra ezip geçen zamana...






5 yıl sonra yine başını cama yasladığında şimdi ellerinde olan not defterini kaybettiğini fark edecekti, ve zihninde birer birer çizecekti gerçekleştiremediği hayallerini... zaten hayallerinden başka tutunacak neyi vardı kamilin? müslüm söylüyordu kulaklarında... kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde... "artık siksen geçmez bu 13 saat" diye düşündü ortam çocuğu kamil mp3 çalarının sesini açarken... kaç gece ağladım böyle gizlice...




18 Haziran 2012 Pazartesi

Ortam Çocuğu Kamil Vol. 1

ortam çocuğu kamil adananın ortalama orta direk ailelerinden birinin oğludur. liseyi ortalama puanla girilen anadolu liselerinden birinde okuyup da ortalama puanla girilen bir üniversiteye gitmesiyle ket vurduğu bütün hayallerinin yolu açılmıştır artık. üniversite bu demek değilse ne demektir. gittiği  şehir istanbuldur ortalama çocuk kamilin. bavulunu doldurup devletinin bütün ortalama türk çocuklarına sağladığı savaş şartlarından kalma devlet yurduna yerleşir. artık onun da bu şehirde kafasını sokacak bir odası, ruhunu barındıracağı bir gökkubbesi zehirli sokaklarında fink atacağı bir şehri tinercilerine iğrenerek bakıp caddelerinde ortalama eylemlere katılacağı über bir kenti olmuştur. üstelik boğaz köprüsünü geçerken "istanbul beni yenemeyeceksin ben seni yeneceğim" deme çiğliğinde bulunmamıştır. üstelik kamil üniversite birinci sınıfta saçını uzatacak ve askere giderken saçlarını kazıtacaktır. saçlar sınıfsal belleğin en önemli yapıtaşlarıdır.


kamil elinde çekçekli bavuluyla esenler otogarından bu koca şehre iner inmez anlar memleket sözcüğünün hangi imbiklerden damlayarak süzüldüğünü.böğrünün en orta yerine gelir oturur yumruk gibi bir boşluk. siktir çeker kamil boşluğa. 5 sene önce bitti Ortam Çocuğu Kamilin hikayesi. ama ben önsevişmeyi fazla uzatıp da zaten 44 tane olan hikayelerime bakma potansiyeli taşıyan izleyici sayımı daha da aşağılara çekmek istemem. hem zaten adanadan kopup da istanbula üniversite okumaya gelen ortalama bir gencin hayatını kim merak eder? nerde bu hikayedeki sürükleyici kısım? marjinal fayda? reaileteden kopuş? kafkaesk yan? kamilin hikayesi Lider Adana Seyahatten aldığı 38 numaralı cam kenarı koltukla başladı, ve 37 numaralı koridor koltukla bitti. bitmiş bir hikayenin gök yüzünde dolanan ses kalıntılarıyla oluşmuş bi hikaye bu. kim bir ses dalgasından daha mukavim olabilir ki?

part 1 kamilin Lider Adana Otobüsüyle Adanadan İstanbula Yolculuğu

ortam çocuğu kamil  lider adana yazıhanesine gelir, kendinden emin. okumadığı kitaplarda ve izlemediği filmlerde geçen bütün öğretileri aşağı yukarı taşımaktadır ortam çocuğu kamil, ziyadesiyle yalnız. "pazar akşamı istanbula otobüsünüz var mı?" der. bu anda bütün adana gözlerini yummuş kamilin şehirden gidişine slow müzikle eşlik etmektedir. ortam çocuğu kamil yalnız olmasına yalnızdır, içli olmasına içlidir, en ahmet kaya şarkıdan bile daha ahmet kaya kıvamındadır lakin bütün bunlara rağmen özgüveni tavan yapmış durumdadır, esrik ve hüzünlü. "7de var 10da var 11de var" der ve soru işaretleriyle dolu lensli gözlerini ve kirli beyaz gömleğinin açık düğmelerini fırlatır kamilceğize. kamilceğiz de seçim yapman zamanının geldiğinin idrakiyle ve hasiktir işte geldik gidiyoruzun hüznüyle " 7 olsun bari" der ve ekler:" ben zaten hep 7 otobüsüyle yolculuk ederim"  bu gereksiz eklentiyi neden yaptığını düşünüp kendi kendine fransızca küfreder kamil. üstelik kamil fransızca bilmemektedir.  

adana otobüsüne biner kamil... 
maskeli beşler, işçi güruhu, ağlayan çocuklar, memleketinden uzaklaşıp kaybolma hissi, michel foucault, funtoro, ülker dankek, ekstra şekerli çay, bolu dağı, izmit ve istanbul... çok sikimsonik bir son oldu yine farkındayım ama biraz daha zaman bulursam gelip bu kelimeleri ihtiva eden bişeyler karalayacağım... değerli dostum kamilden son bir cümle ile bitirsek daha nays olacak sanırım...

"bize çocukluğu öğretip büyümemizi beklemek ahmaklık değilse nedir?"


6 Haziran 2012 Çarşamba

serseri prometheus

insan vücudunun %72.8i sudur. dünyanın yaklaşık %75i sudur. karpuzun yaklaşık %90ı sudur. sularla çevrilmiş bir varoluşun kaynağında içinde yanan bir ateşle dolaşmak lanetin ta kendisidir. ben lanetlenmiş çocuk, fikret olağanus. ismime bakıp da 45 yaşlarında olduğum düşünülebilir. ben 15 yaşındayım. soyadım aileme yapılmış bir şakanın ürünü, apayrı bir hikayeye sapladım soyadımı. yazlıkçılarının bile pek uğramadığı yazlık beldemizde ayağımı iskelenin ucundan denizin suyuna sarkıtıyordum. termos bardağımda kumsala gelmeden önce doldurduğum çayım, kalemim, defterim, kitabım... ne kadar entel tatil argümanı varsa ellerimin altında bulunsun da neme lazım belki almancı turist kızlardan birkaçı gelir de "aaa ne kadar entellektüel bir çocuk bu, şenay baksana şu junge'ye" şeklinde beni keserler ve bana yalnızlığımın kapılarını kırma fırsatı sunarlar. o kadar yalnızım yani. üstelik bunun farkındayım. hep söylerim "yalnızlık en çok farkedeni üzer" hani kanserin ilk teşhis edildiğindeki ruh hali gibi. öncesinde de yaşıyorsundur, gülüyorsundur, fakat herşey yarım kalır bir anda. dedim ya dünyanın %75i sudur.

iç deniz olması sebebiyle koca koca gemilerin geçmediği şirin beldemizden sadece ufak balıkçı gemileri geçer. sahil kasabalarını bizim insanımıza öyle bilgelik yüklü tanıttılar ki kimse bu yüzden gençken gelmek istemiyor. benim aileme dedemden kalan tek mülk bu yazlık olduğu, satacak pahaya henüz ulaşmadığı ve üstelik gidecek başka bir yazlığımız olmadığı için yazları burada yalnız kalıyorum. kışları da istanbulda. çok fazla değişen bir durum yok yani. "benim yalnızlığım insanlarla dolu" değil, üstelik öyle şekilli cümleler kurabilecek bilgeliğe ulaşabileceğimi de sanmıyorum. dedim ya. ben 15 yaşındayım, 15 yaşında bir çocuk ne kadar çok yaşamışsa o kadar çok yalnızım.

"insanlar neden bu kadar zalim?" diyemeyecek kadar kirlenmiş biriyim. dedim ya 15 yaşındayım ve evet 15 yaşındaki bir çocuk ne kadar kirlenebilirse o kadar çok yalnızım. belki de hiç temiz biri olmamışımdır. annem anlatır ilkokula giderken beni dişçiye götürmüşler. dişçi kerpetenini ağzımın içine sokup da çocukluğumu ağzımdan çekip çıkarmış. "senin amına koyarım şerefsiz" demişim adama. annem hemen basmış tabii tokadı ağzıma. bizim memlekette doğru söylersen yersin tokadı. lise 2 ye geçtim. 10. sınıf. istanbuldaki bütün devlet okullarında olduğu gibi benimkinde de kızlar ve erkekler çoktan ilk cinsel deneyimlerini tattılar. ben de tattım, internetten. allahtan internet var.

ayaklarımı salındırmışım, ilerde birkaç çocuk ve birkaç anne denize giriyor, güneş batıp batmamak konusunda kararsız. sanki sessiz bir filmin içerisinde "iskeledeki çocuk" olarak figüranlık yapıyorum. zaman akıyor.

sahilde yalnız bir çocuk, yalnız çocuklar kadar yalnız
Çocuğun üstünde yırtık bir tişört, bütün yırtık tişörtler candır
ismimin baş harfini kazıyorum iskeleye, verdana 12, üstelik de italik.
denizden bir balık uçup düşüyor kollarıma, papazın gülümsemesi gibidir her iskele
ellerimin arasında sanki yıldızlar, sanki yıldızlar top oynuyor
masal bu ya, sen çıkıp geliyorsun, bakışın annemden izler taşıyor.
sen düşüp gidiyorsun ve sanki bütün yıldızlar birden seni hatırlatıyor
ellerimin arasında küçük bir çocuk
ve sanki her çocuk biraz daha yalnız
ben çıkıp sana mitolojiden bahsediyorum,
ellerimde yıldız tozları, tanrılar ve bir satir
ne çok acı var şu yeryüzünde, ki mutsuzluk hep geometrik artıyor.
ismimi bağışlıyorum bir deveye, deve dile gelip hıçkırarak ölüyor
bir bulut uzaklardan selam verip ağlıyor, annemse hep parasızlıktan yakınıyor
korkma ben varım diyor bir martı, sessiz düşlerimden uyandırıp
dusduru bir dağ gölü gibi parlıyor ay gökte
korkarım ellerimin arasında bir gökkuşağı tutuyorum, korkarak.
üstelik nedense herkes biraz biraz daha yalnız.
post-modern dalkavukluktur aslına bakarsanız şiir, herkes bilir.
üstelik  nedensellik diye de bir ilke vardır.
her şair saçmasapan bir şarkının geçmiş söz yazarıdır
sahilde yırtık tişörtlü bir çocuk oturuyor, yapayalnız.

bu şiiri yazdım. defterimin bütün sayfaları ortaokuldan kalma beğenmediğim karalamalarla dolu. üstelik bir gitarım bile var, hafiften müzisyenim. bütün şiirlerimi yakmadan önce max brod gibi bir dost edinmeyi ne çok isterim. paramparça olmuş, akışkanlıktan uzak, durağan, yalın, yapayalnız bir hayattır yaşadığım, ve malesef, ne kadar çok yaşadıysam o kadar çok yalnızım. 

bi kuş sesi duydum. bir martı. gagasından bir şey düştü iskeleye. ayağa kalkıp yürüdüm.  ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en iskele yolunu. sanki o anda birilerinin facebook cover fotosu olmuşum gibi bi his kapladı içimi. banksy sendromu. baktım katlanmış bir kağıt, kağıdı açtım. içerisinde şu cümle yazıyor:

"aBoNem oL BeN EhkLeRiM"

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...