"Hiçbir şey Hayat Kadar Şaşırtıcı Olamaz. Yazı Hariç!"


31 Aralık 2010 Cuma

Dostlar Apartımanı

İnsanlık tarihi işkencenin tarihidir. Bazıları yapar, bazıları affeder, bazıları yeniden yapar, bazıları affetmez, bazılar sever, bazıları umursar, bazıları koka kola sever, bazıları sadece su sever, bazıları bilir, birçoğu bilmez, bazıları umut eder, bazıları sadece bekler…  İşte ben sadece bekleyen gruba dahilim ve sonsuza dek devinim halinde beklemekle lanetlendim.

Apartmanımıza bir cemaat abisi taşınmış olsa gerek, apartman girişine içinde Arapça cümleler olduğunu tahmin ettiğim bi şeyler yazılı çerçeve asılıydı bugün. “Bu düpedüz bir düello teklifi, bir isyan,bir karşı koyuş” dedim nazar duasını gördüğümde. “yakında zaman gazetesini kapımıza bırakıp kaçan çocuklardan geçilmez artık! Hükümet zaman abonesi olmayı bütün vatandaşlara mecburi kılsa da kurtulsak bu boşluktan.”Kuşkusuz sağlıklı bi insanın yapması gereken bu düello teklifini kabul etmekti, ben de öyle yaptım. Bu düello teklifini kabul ettiğimi kapısına dikilerek, ellerimden beyaz eldivenlerimi çıkarıp gözlerinin içine bakıp, “bundan sonra hayatının her noktasında karşında olacağım, aldığın nefesin kıymetini bil abdülcanbaz” dememin akabinde eldivenlerimi yüzüne yavaşça patlatmam gerekiyordu, yapmadım, onun yerine içten pazarlıklı ve sinsi olmanın dayanılmaz mutluluğu ve kendini tanımanın tatminiyle bu konuyu gizli bir şekilde halletmeye karar verdim.

Ertesi gün eve geldim ve “yapılabilecekler” başlıklı bir Excel tablosu çıkardım ve yapmayı düşündüklerime puan verip hangisinin daha yüksek puan alacağını gördükten sonra(her zaman mantıklı çalışan bi insanımdır) yapacaklarımı en az acıtacak olandan en çok canını yakacak olana göre sıraladıktan sonra bu düşüncelerimi eyleme dökmeye karar verdim. Firstly,  koleksiyonumdan en değerli monet tablomu çıkarıp onun nazar duasının tam karşısına astım. Bu şekilde “ seni gidi din taciri, seni gidi tüyü bitmemiş yetimlerin, analarımızın babalarımızın inançları üzerinden geçinen ekonomik canavar”  demiş oluyordum. Bu şekilde bizim abdülcanbazda bi uyanış yaratmayı üçüncü gözünü açmayı dünyayı farklı pencereden görmesini falan beklemiyordum elbet(lakin şöyle bi silkinip kendine gelmesini beklemedim dersem de yalan olmaz, doğru olur, yalanın karşıtı “doğru” mudur? Mutlak doğru var mıdır?)  sadece  claude monet ve gelincik tarlası isimli eseriyle ilgili daha çok bilgi sahibi olsun istiyordum.Ben sadece topluma ve kendi apartımanımdaki insanlara sanatsal bi bakış açısı kazandırma çabası içerisindeydim.(tam da burada kendimi 50 yaşını aşmış ve kedi köpekler üzerinde aşırı duyarlı olan teyzeler gibi hissettim, yani onlar nasıl hissediyorsa aynısını hissettim demiyorum elbette ama onların kendi zihnimdeki konumlandırmalarıyla aynı paralel evrene geçmiş oldum)(bkz. Kuantum)

Erketeye çekilip bir süre abdülcanbazdan gelecek atağı beklemeye koyuldum. Abdülcanbazın ataklarını beklerken kendimi apartmanın kasparovu gibi görüp onun hamlelerine karşı hamleler geliştirdim. Bunları da bir deftere not edip bunlarla ilgili de puanlama yaptım ve en yüksek puanı alanı da “the max. Point of abdülcanbaz” diye etiketledim ve artık buna bile hazırlıklıydım. Zihnimden paranoyak cümleler geçmedi demeyeceğim elbette, gece yarısı ben uyurken kapının altından bayıltıcı zehir sıkacağını ve beni bayıltmasının akabinde zaten çok iyi bildiği işi yani kilitli olan kapımı açacağını, ardından organlarımı çeşitli Afrika devletlerinin çeşitli okullarında okumakta olan siyahi(negro, nigger, black) arkadaşlara satacağını ve bunu da bi kılıfına uyduracağını... Kapımın üzerine “burada yaşayan inektir” yazacağını ve bunu da videoya kaydedip facebook, youtube, ve diğer lanetolası paylaşım sitelerinde sergileyeceğinden adım gibi emindim. Her şeyi, her ayrıntıyı düşünmüştüm, benim ona verdiğim tokat gibi cevabın ardından düellonun getireceklerini merak etmeden duramıyordum. Bu yüzden arkadaşlarımı boşladım, sevgilimden ayrıldım ve hatta daha çok CD izler oldum.

Aradan bi hafta geçmişti ve hala abdülcanbazda hareketlenme yoktu,  gemileri yakıp kapı kapı dolaşıp “girişe o tabloyu asan kim” diye kükremeden evvel son bir kez daha gidip monet tablomu ve nazar duasını görmek, hırslanmak istedim. Bu minvalde alt kata inip girişe doğru yönelmemle birlikte karşımdan gelen sarışın afetin burcu esmersoy bakışlarıyla sarsıldım. Ondan sonra ne olduğunu hatırlamıyorum. Uyandığımda uzak ülkelerden birinin karanlık zindanındaydım. Yan taraftan sesler geldiğini duydum… Demeyeceğim elbette, soluğum kesilmedi desem yalan olur fakat kendimi çabucak toparladım ve yeni tanıştığım insanları korkutmamak adına yüzüme takındığım yapay Amerikan gülümsememle, “merhaba” dedim. Tuhaf şey, burcu esmersoy gülüşlü kadın da aynı tonda gülümsedi ve “merhaba, buraya bu monet tablosunu kim astı acaba biliyor musunuz?” diye sordu. “ananı skim, kırk yılın sırtı sanat seviciliği bi işe yaradı” dedim.(tam da bu noktada can babaya selam ederim). Sesime yılmaz Erdoğan sesimi yoksa cem yılmaz sesi mi vereyim, yani duygusal mı komik mi olayım yahut karizmatik görünmek adına yandaki kalorifer borusuna yaslanıp ayaklarımı serdar ortaç tarzı birbirinin yanına mı bırakayım gibi zilyon tane düşünce zihnimde kovalaşırken, yani kafamda filler sikişirken (burada da Erkan Can abiye selam ederim) “ben astım hanımefendi, hayrola?” dedim en “kara murat benim” sesimle.
 
-kaç numarada kalıyorsunuz?
-dört numarada, ya siz?
-6 numara, sizin tam üstü
nüz.Bu arada ben Burcu.
-ben de Mustafa.
-dört numaraya gidip sevişelim.
-peki.

1 yorum:

  1. :) auahuahau eyvahk yaa! mutlu bir yıl dilerim.. bol sevişli filan auhauah!

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...