“Sevdik de kabahat mi ettik, ayıp mı ettik” dedi, soru işareti koymaya gerek dahi görmemişti. İnsanlar aynı sokağın aynı köşesini döndüler, “artık köşe dönmek de zor, 70lerde gelecektik İstanbul’a” düşüncesinin yanından geçti. Yağlanmıştı saçları, saçları yağlanmıştı ve o saçlarını umursamıyordu. Sokaklar kıvrılır, insanlar yürürler, her kara parçasına bastı barbarlar. Ahhh nerede o eski bayramlar! Saçlarına âşık oldu bir kelebek, o yürüdükçe kelebekler de ardından yürüdüler yalınayak.
“birebirde geçemeyeceğim defans yoktur ama alan savunmasını delmek için yeterli özgüvenim yok.” Duvarlar konuşmuyordu, zaten duvarlar yalnızca Dostoyevski hikâyelerinde konuşurlar. “dostum prolevinya kalolenski, ne diye uzakta duruyorsunuz? Bana yeterince yakınsınız hâlbuki.” Cümlesini kurmak ancak Dostoyevski gibi bir adama yakışır ve “gözleri ancak gözler bağışlayabilir.”
Bütün güzel kadınlar gibi o da güzelliğini fazla umursuyordu. Halbuki topuklarının kaldırım taşlarında çıkardığı sesler ne yavan seslerdi öyle. Üstelik o güzelim sesleri duyabilecek tek bir kişioğlu yoktu. Amaçsızca yürüdüğü sokaklarda, galatanın derinliklerinde kaybolmanın hazzını yaşıyor, yeni tanıdığı sokaklarda türk ırkına mensup olan tek birey olduğunu seziyordu. “bu turistler nereden biliyorlar acaba burayı?” diye düşündü. Düşünmesiyle birlikte uzaktaki muhtemelen İngiliz muhtemelen soyadı Brown ve hiçbir ihtimal bırakmayacak kadar güzel olan kadın, “ne bulacağız dostum, senin düşüncenin derinliklerinde tur atıyoruz, sen düşünmesen biz yok oluruz.” Buyurdu. Uyuduğunun farkına varamayan hakan kadının güzelliğinden ve turist olmasından ötürü muhtemel fantezilerinden ötürü kadına cevap verse mi vermeyip yoluna devam mı etse bilemedi. Elbette etmeliydi kuşkusuz. Vefakat kadının portakal gibi göğüslerinin erekte ettiği penisi onun hareket etmesine mani oluyordu.
“cümlelerim devrik olabilir ama noktayı koyarım.” Dedi, insanların gerçekten karnını doyurmak için yaşadığı bir cumhuriyet hayal ettim, ben her cumhuriyetimi O’nun nezdinde hayal etmişimdir.” Bi evim olmalı içinde şu deri koltuklardan olan, ikea işi değil halis muhlis Zeytinburnu derisinden” diye düşündüm, sonra derisi kemiklerine yapışmış o çocukları düşündüm, sonra kendimi düşündüm, yalan yok bi ara da O’nu düşündüm, “ne güzel saçları var tanrım, korkulacak bir şey varmış hissini veriyor insana ve korkamıyor insan O’na baktığı zaman” sokağından ilerledim. Her saniye biraz daha yaklaştı yaklaşmakta olan, her saniye biraz daha yaklaştı iri parmaklarıyla Mozart, her saniye biraz daha ağladı(m).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder