Hepsi aynı sirkin aynı ip cambazına aşık olurlar.
Buruk bir pastanenin en muhallebi yenilesi masasında, duvarlarında profiterol denilen yirmi birinci yüzyıl pastasının iğrenç resmi ve pastanede dolaşan tırmık. Tırmık sadece kedinin adı, kedinin kendisiyse başka bir dünya aslında. "size nasıl hamam böceği olduğumu anlatırdım ama şimdi buna vaktim yok" diyebilecek bir kedi,bir çeşit sınıf eşitsizliği barındıran sürrealist film. Masada bir çift yürek.
Ayaklarını birbirine gemici düğümüyle dolamıştı kız. Siyah düz saçları yüzünün yarısını saklıyordu. Yalnızca yukarıdan bakabilenler görebilirdi kuşkusuz bu gemici düğümünü. Tuhaf pastanenin tuhaf garsonu tuhaf menüyü uzattı tuhaf bakışlar eşliğinde. “rüya görüyor olmalıyım ya da gerçeklik sınırımı kaybettim, ikisi de aynı şey sonuçta” dedi çocuk içinden. Menüde birçok sakatat tatlısı, marihuanayla tatlandırılmış profiterol ve maymun beyni arasından marihuanalı profiterolü seçtiler. Tatlıyı seçerkenki kanıksamışlığı bunun rüya olmadığını düşündürdü. Çünkü bir durumu kanıksamak ona alışmakla birlikte geliyordu. Maymun beynini filmlerden tanıyorlardı fakat diğer sakatat tatlılarını hayatlarında ilk kez duyuyorlardı.
Rüya gördüğünden neredeyse emindi. Pastanedeki diğer müşterilerin önünde tuhaf tatlılar vardı ve insanlar genelde bu tatlılarla birlikte kana benzer kırmızı bir sıvı tüketmekteydi. -bu sıvının domates suyu olmadığıysa ayan beyan açıktı- Nerede olduğunu buraya nasıl geldiğini hatta bi saat öncesini dahi hatırlamakta zorlandığını farkettiğinde, anadilinde yüksek sesle küfretti gayri ihtiyari. Insanlar tuhaf tuhaf baktılar yüzüne, ruhu vücudundan sıyrılıp karşı masaya oturdu. Önce duvardaki profiterol resmine ardından kendi yüzüne anlamaz bi bakış attı. Dudaklarından dökülen kelimeler kendine ait değildi, hiç bilmediği bi dilde anlamını bilmediği sözcüklerden ibaretti kurduğu cümle. Ardından ana dilinin ne olduğunu bilmediğini fark etti. Hangi dile aitti? Ülkesi var mıydı? Varsa neresiydi? Kaç sevgili eskitmiş, kaç votka kadehine one night stand sığdırmıştı? Ceplerini karıştırdı. Cepleri bomboştu. Ceplerinden fırlayacak tek kağıdın zihnini bir düzleme oturtacağından neredeyse emindi. Zaman-mekan örgüsünü yöneten beyin kısmı tarafından terk edilmişti. Karşısında oturan siyah saçlı cam gibi mavi gözleri olan kızın sürekli aynı noktaya baktığını fark etti ve buna anlam veremedi. Herşey öylesine anlamsızdı ki pastanedeki en anlamlı hareketin kızın bakışları olduğunun dehşetle farkına vardı. Tek duygu barındıran. Marylin manson’dan sweet dreams… hatırladığı tek şey bu şarkının sözleriydi, onun da sadece brutal vokal kısımları.
Her insan giderek hiçliğin bir parçası olur. Evren kendin iyenilemek üzerine kurulmuş bir düzenektir ve evreni yiyen tek varlık insandır. Gardiyanlar mahkumlara tecavüz etmeye başladığından beri pompei’ye taşlar yağıyor. Gardiyanlar mahkumların ruhuna tecavüz ediyor, pompei’ye karlar yağıyor. Ruhunu unutan insanlar aslında ona hiç sahip olmadıklarının farkında bile değiller. Duvarlara geçmişe dair resimler asıp, öldürdüklerinin bir zamanlar var olduklarını kendilerine hatırlatmaktan haz duyuyor, ölüm fikrinin aralarında dolaşmasından rahatsız oluyor ve ölümü unutmak adına yaşamıyorlarmış gibi davranıyorlar. “mış” gibi yapıyorlar. İşin özeti bu.
Yan masadaki kahverengi takım elbiseli kel adamın kaçamak bakışlarının bir anlamı olmalıydı. “toplumların tatlılarıyla karakterleri arasında kuşkusuz bir bağ olmalı” diye düşündü. “toplumlar” diye haykırdı, sesine sahip olduğunu anladı ve sesini bir perde yükselterek sheakespeare’in bir tiradını atacakmışçasına kaldırdı başını ve dişlerinin arasından tısladı:
“toplumlar, yedikleri tatlılara göre yönetilirler.”
baaayyyyyyyyıllldıımmmmmmmmmmmm
YanıtlaSil