"Hiçbir şey Hayat Kadar Şaşırtıcı Olamaz. Yazı Hariç!"
21 Haziran 2017 Çarşamba
Arayan Gözlerim
Sabah 5te sönüyormuş mesela sokak lambaları, biliyor muydun lili?
sokağının başında tüneyip belki balkona çıkar diye bekliyordum, ışıklar birden sönünce anladım sabah olduğunu. gayri ihtiyari saatime baktım, sabah tam 5ti saat. biliyor musun o anda en çok da sokak lambalarını düşündüm. ne çok lamba var. şu güzelliğe bak lili, yemin ediyorum hayat bize iltimas geçiyor. sokak lambalarının olmadığı sokak köşesinde beklerken sokak lambaları birden sönüverince anlıyor insan aslında orda olduğunu. kim bilir balkon karanlığına bakarken aslında nerelerdeydim lili. sokak lambaları birden yanınca anlamıştı ya hani üstad kaldırımlarda yağmur kokusu eşliğinde ona mecbur olduğunu ama onun yoksunluğunu, ben de o sabah ışıklar birden sönünce anladım. o an orda yani. tak diye. böyle bir kurşun beynimin ortasında delik açmış gibi anladım bundan on yıl sonra bir sokak köşesinde muhallebicinin oğlu filmindeki fikret kuşkan gibi donarak öleceğimi. ya da kör bir dilenci gibi.
sonra ellerimle avuçlarımı ısıtmaya çalışarak, paltomun yakası kalkık yürüdüm lili. yürürken ayak seslerimi duyuyordum. çünkü ankarada sabah 5te kimse yürümez lili. su birikintilerine basmadan yürümeye dikkat ederken hiç ummadık yerden çıkıp paçama yapışıyordu pis sular.paltomun altında gümüş bir pelerin saklamak, ve gitmek isterdim. belki kudüse haçlı donanmasına katılmaya, ya da selahaddinin ordularına. ama gitmek isterdim lili, çünkü gitmek çok aşırı anakronik. paltomun cebinden kanyak şişesini çıkarıp bir fırt almadım, çünkü kanyak şişem yok. zaten beyoğlu da o eski beyoğlu değil.hem feyyaz da fenere gitti. demiştim ya lili gitmek gün aşırı romantik.
iki sokak aşağıda oturuyorum zaten, iki sokak ne kadar uzun sürede yürünürse o kadar uzun yürüdüm. apartman kapısı kendine doğru güçlüce çekmezsen açılmaz. bisiklet sürmek gibidir apartman kapısı açmak, düşünmeden yaparsın. piyano çalmak gibi. sana piyano çalmayı bilmediğimi söylemiş miydim lili? evimin kapısını açmak o kadar zor değil, iteklesen açılır da, hırsızlar çalmak için değerli bir eşya olmadığını bildiğinden iteklemezlerdi. bir nüfus memurunun evinde ne olur be lili? dolapta kulüp rakım, fanusta iki balığım, sahaflardan kiloyla satın aldığım kitaplarım? sahi sana yeni aldığım kitaplardan bahsettim mi lili? bir kitap buldum tam 100 yıl önce basılmış."Sığır Sözleşmesi." amerikan hümorunun dünyaya sunduğu ender örneklerden. kimbilir kimler okudu o kitabı ben üç kuruşa almadan önce. limited edition üstelik. soğuktan sıcağa girince lili, kılcal damarlar genişler, genişleyince içini gıdıklayan bir işeme isteği gelir, o istek geldiğinde lili karşı koymayacaksın. hemen koştum tuvalete. tuvalet kısmı biraz özel olduğu için buraya yazmıyorum. sonra üstümde kıyafetlerimle uykuya dalmadım. çünkü kıyafetlerle uyuyan sersefil bir memur çok fazla sabahattin aali değil mi? ben eşofmanlarımı giydim, balkona çıkıp sigaramı yaktım. karbonmonoksitlerin bacalardan yükselişini izleyerek çektim sigaramı. o anda emindem ki on yıl sonra öldüğümde mezar taşımda aynen şöyle yazacaktı:
” O çok tatlı bir çocuktu ve kuşlarla konuşurdu.”
24 Şubat 2016 Çarşamba
küfürbaz filinta
bir savaştan kaçar gibi sana geldim ben çocuk
evlerinde boynu bükük mülteciler bırakıp
temiz omuzlu çocuklar birer birer koştular
o çocuklar koşarlarken kurşunları geçtiler
ben suda yürür gibi geçmiştim kurşunları
içimde yüzyıl serserisinin bitmez tükenmez kibri
içimde inayetten sersefil bir kaburga
içimde ölürken de küfreden bir filinta
suskun beyaz bir karanfilin boynunu kırar gibi
kış gecesi uyuyan sessiz bir kumru sanki
savaştan kaçmış gelmiş titriyor pasaklı elleri
sessizliği şiir, konuşması şarkı ve elleri
elleri de canım, kıyıya vurmuş bir balık cesedi
bildim ki koşarken eğilir çocuklar henüz yaşken kederi
kibir büyük zulümdür benliğine dolanan
sevgilim kibirden de ben hep aşka sığındım
insan ne görürse bilirmiş, bildim
bildim bütün denizler nehirlere akıyor
pariste bir kule var herkes ona..
işte müziğin susup sözün başladığı yer
bildim ki sessizlik çilenin kardeşidir
bi yıkansa geçecek sanki pası kiri kederi
mülteci tırnakları saçları elbisesi
bir çocuğu yıkamak en baştan anakronik
terli bir mülteci ki iltica yokken henüz
gelip sığındım sana toy bir filinta gibi
içimde yüzyıl serserisinin bitmez tükenmez kibri
içimde inayetten sersefil bir kaburga
içimde ölürken de küfreden bir filinta
evlerinde boynu bükük mülteciler bırakıp
temiz omuzlu çocuklar birer birer koştular
o çocuklar koşarlarken kurşunları geçtiler
ben suda yürür gibi geçmiştim kurşunları
içimde yüzyıl serserisinin bitmez tükenmez kibri
içimde inayetten sersefil bir kaburga
içimde ölürken de küfreden bir filinta
suskun beyaz bir karanfilin boynunu kırar gibi
kış gecesi uyuyan sessiz bir kumru sanki
savaştan kaçmış gelmiş titriyor pasaklı elleri
sessizliği şiir, konuşması şarkı ve elleri
elleri de canım, kıyıya vurmuş bir balık cesedi
bildim ki koşarken eğilir çocuklar henüz yaşken kederi
kibir büyük zulümdür benliğine dolanan
sevgilim kibirden de ben hep aşka sığındım
insan ne görürse bilirmiş, bildim
bildim bütün denizler nehirlere akıyor
pariste bir kule var herkes ona..
işte müziğin susup sözün başladığı yer
bildim ki sessizlik çilenin kardeşidir
bi yıkansa geçecek sanki pası kiri kederi
mülteci tırnakları saçları elbisesi
bir çocuğu yıkamak en baştan anakronik
terli bir mülteci ki iltica yokken henüz
gelip sığındım sana toy bir filinta gibi
içimde yüzyıl serserisinin bitmez tükenmez kibri
içimde inayetten sersefil bir kaburga
içimde ölürken de küfreden bir filinta
31 Ağustos 2015 Pazartesi
bu şiiri sevmedim
Bu şiiri sevmedim başka türlüsü yok mu?
Bir kurşuna cevap vermek için parmak kaldırıyorum
tanrım! ne kadar da çocukmuş ellerim..
daha önce söylemiş miydim sevgilim bu şiiri sevmediğimi?
var mı şöyle aşklı meşkli leylalı mecnunlu falan?
hem ben zaten bilmem ki sevmesini ..
bir derviş göğe bakar gülermiş ama hep gülermiş
ben bir derviş değilim göğe bakıp gülemem
hem ben gülmesini de bilmem ki sevgilim..
bir şiire sıkışmış güzel cümle gibiyim..
keşke diyorum bazen derviş falan olsaydım
kafan rahat hayat güzel sen güzelsin sevgilim
ama belki ellerim tutuklanır bir vakit
ibrahimi vurdular sevgilim sen de kimsin?
serserilik yalın şiir hep mutluyduk çocukken
sahi sana çocukken okudum muydu şiir ?
bütün balıkları tutar tutar salardık,
koşarken ardımızdan hep topraklar kalkardı.
gökyüzü geniş bir şaldı sevgilim beyaz boynuna dolanan
ve doğanın bütün şalları beyaz boynunla eşlenik.
mutluydum da gülmezdim bak ne acı sevgilim!
ellerim bir madenci bir çiçeği tutar gibi..
bonboş bir tarladayım şimdi, erik çalmış kaçar gibi..
Bir kurşuna cevap vermek için parmak kaldırıyorum
tanrım! ne kadar da çocukmuş ellerim..
daha önce söylemiş miydim sevgilim bu şiiri sevmediğimi?
var mı şöyle aşklı meşkli leylalı mecnunlu falan?
hem ben zaten bilmem ki sevmesini ..
bir derviş göğe bakar gülermiş ama hep gülermiş
ben bir derviş değilim göğe bakıp gülemem
hem ben gülmesini de bilmem ki sevgilim..
bir şiire sıkışmış güzel cümle gibiyim..
keşke diyorum bazen derviş falan olsaydım
kafan rahat hayat güzel sen güzelsin sevgilim
ama belki ellerim tutuklanır bir vakit
ibrahimi vurdular sevgilim sen de kimsin?
serserilik yalın şiir hep mutluyduk çocukken
sahi sana çocukken okudum muydu şiir ?
bütün balıkları tutar tutar salardık,
koşarken ardımızdan hep topraklar kalkardı.
gökyüzü geniş bir şaldı sevgilim beyaz boynuna dolanan
ve doğanın bütün şalları beyaz boynunla eşlenik.
mutluydum da gülmezdim bak ne acı sevgilim!
ellerim bir madenci bir çiçeği tutar gibi..
bilemezsin ne acıdır bir çocuğun gülmemesi
bazan göğe bakmak da taraf tutmaktı sanki.bonboş bir tarladayım şimdi, erik çalmış kaçar gibi..
15 Aralık 2014 Pazartesi
Zaten O Şarkıyı Ben Sana Yazmadım yahut Tek Maçtan Yatmak.
belki çalıkuşunun kanadındaki kızıllığa özenmiştim inceden, -tam da net olarak bilmiyürüm-gerçi o zamanlar her hareketimiz inceden falsoydu bizim. falsoyu roberto carlostan öğrenmiş bir nesil incelikli hayta olmasın da ne olsundu... sevinçlerimiz de keder yüklüydü ziyadesiyle. attila ilhan'ın adını çift t olmadan zikredenin suratına inceden bi tokat nakşederdik, inceden. ya da cemal süreyanın soyadını çift y ile. ahmed arifi ahmet diye okuyana yahut dahi anlamında kullanılan de'yi bitişik yazma gafletinde bulunana ağız dolusu küfürler vardı hazırda beklettiğimiz.
işte güzelim bu dönemlerdi ülkemize iddaa'nın gelişi. umut dolu karşılamıştık gelişini aşırıya kaçarak. oranları çarpmak falan güzeldi de spor totoda 12 bilen koca koca adamlar dört maçı tutturmayı beceremiyorduk nedense. aşırıya kaçmak da modaydı o zamanlar,. otobanların yapılışını da görmüştü bu gözler, bütün evlere birer birer telefon hattı çekildiğini de. siyah beyaz televizyonu da kanıksamıştı ve hemen ardından renkli grundigleri de. biz aşırıya kaçmayalım da kim kaçsındı. ozan orhonu önce kilolu sonra zayıflamış sonra yeniden kilolu görmeye yetecek kadar yaşadık biz. aşırıya kaçarak. aşırı yaşadık diyemeyiz ama hiçbir derbi maçından kaçarken de görülmüşlüğümüz de yoktur hani. moğol işgali gibi gelirken karşımızdan rakip takım, geriye dönmedik. uçarak gelişini de gördü bu gözler satırın, döner bıçağının, bira şişesinin... çünkü demirsporlu olmak bunu gerektirirdi...
lc waikikiden başka marka yoktu memleketimde o dönemlerde. MP ve jump ayakkabı statü gösterirdi, şimdi beş yaşındaki yeğenim bile nayk demeyi biliyor. henüz açık pazar olabilecek kadar açık değildik dünyaya. yeni yeni ısınıyorduk teknolojinin nimetlerine, külfetinden bahsedene gerici diyorduk haykırarak. durdurabilir sanıyorduk onun konuşması bütün muasırlaşmayı. -mesaj vermiym diyordum ama el mecbur-henüz marka poşetler markalaşmaya başlamamıştı. okuduğumuz şiirlere göre sınıflandırıyordu büyüklerimiz bizi ve şir okumayı da çok seviyorduk öylesine. öylesine okuyorduk ki şiirleri, şairleri yüklememiştir bizim o şiirlere-o masum, o sığırcık kanadı şiirlere- yüklediğimiz manaları. ne vakit yeşil soğan görsek "görüşmecim yeşil soğan göndermiş, haberin var mı?" diyen kel bir adam düşlüyorduk. şiir okuyarak güzelleştirebiliriz sanıyorduk dünyayı, severek, öperek yari yanağından.. değiştirdik de aslında...
aslında amacım bu kadar uzun uzadıya yazmak da değildi ama baktım ki ben yazmıyorum, geçmişim beni yazıyor.. bir romancı (dostoyevski) roman üzerine konuşurken: "yazmaya başlamazdan önce nasıl yazacağımı bilmiyordum. çok sonraları anladım yazanın aslında ben olmadığımı" demiş. aslında dostoyevski böyle bi adam değildi, o sex drugs and rock'n roll adamıydı daha çok ama bi insan sevişirken mantıklı cümleler kuramaz mı a dostlar? peki ya siz, gökte süzülen bir döner bıçağının döne döne size doğru geldiğini görseniz ne yapardınız?
10 Mart 2013 Pazar
içimdeki boşluk
bugün pazar. içimde sebebini bilmediğim kocca bi boşluk var. işe yaramadığımın farkına varmak, boş boş avarelik yapmak... bilmem ki başka ne özetler hayatımın şu son bikaç ayını. nereye koysam içimdeki boşluğu uymayacak sanki, eziliyor sanki içimdeki gelincikler. öyle bir boşluk ki içimde, soluk borumdan mideme inen yerde, ciğerimin yanında hissediyorum. aslında bazen, çoğu zaman düşünüyorum, bak diyorum nazıma, bak, "çok şükür yaşıyoruz."
aylaklık öyle ihmal edilecek bişey değildir demişti çok sevdiğim aylak bi dostum. dostum seni şimdi çok daha iyi anlıyorum. göz yaşımı bile nereye akıtsam orası daha anlamsızlaşacak sanki, sanırım benim problemim de bu. içimi akıtıyorum akıtmasına da, sigara içmiş bir erkek sesinin ses tellerindeki küflü yankısı gibi içim, yutkunsam geçecek biliyorum, yutkunamıyorum.
"zaman ne de çabuk geçiyor mona...
henüz dinlemedin benden türküler..."
içimdeki boşluğu anlatmaya yeter mi kelimelerim... bazen okkalı, şöyle ağıroğluağır bi sarhoş olasım geliyor, sessizliğim içimde deveran ediyor, haykırıyor, siktir et diyorum, bu da geçer! hem kolay olacak değil ya bizim gibi adamın sevdası! herkesin acısı sevgisi kadar...
aylaklık öyle ihmal edilecek bişey değildir demişti çok sevdiğim aylak bi dostum. dostum seni şimdi çok daha iyi anlıyorum. göz yaşımı bile nereye akıtsam orası daha anlamsızlaşacak sanki, sanırım benim problemim de bu. içimi akıtıyorum akıtmasına da, sigara içmiş bir erkek sesinin ses tellerindeki küflü yankısı gibi içim, yutkunsam geçecek biliyorum, yutkunamıyorum.
"zaman ne de çabuk geçiyor mona...
henüz dinlemedin benden türküler..."
içimdeki boşluğu anlatmaya yeter mi kelimelerim... bazen okkalı, şöyle ağıroğluağır bi sarhoş olasım geliyor, sessizliğim içimde deveran ediyor, haykırıyor, siktir et diyorum, bu da geçer! hem kolay olacak değil ya bizim gibi adamın sevdası! herkesin acısı sevgisi kadar...
29 Temmuz 2012 Pazar
Gece Sabah ve Horozlu Bülbüllü güneş söküşü
Herşey birikir.... şarkılar, sessizlik, meyhaneler, umutlar, sevgi.. şiirler birikir masanda yazılmayı bekleyen, hikayeler zihninde, ellerinin ardında uzatamadığın tırnakların birikir hırsla kaşıyacak kel başını... herşey birikir... dil bilgisine özenerek yazdığın mektupların, atılmayı bekleyen, şişede, rakılar birikir şişede içilmeyi bekleyen, bekleyen gözler birikir, gözler irileşir kasap kaldırımnda, ciğer üstünde... her şey birikir...
benimkisi serseri bir edebiyat öğretmeninin geçmişiyle barışması denilebilir. aksi takdirde bu günlüğü tutmuş olmamın bi ehemmiyeti klmayacak. zira nedensellik ilkesi bilim tarihinden siktirip gitse de adım gibi biliyorum ki yazdıklarım akıcı olmasa kalıcı da olmayacak. adım gib biliyorum ki insan içinde tutamadıklarını yazar, yazarlarsa içinde tutamadıklarından para kazanırlar. en azından kendi adımı biliyorum.
bundan yıllar önce ilk şiir denememle birlikte alnıma yemiş bulunduğum kabil mührünü hala taşımaktayım. zira şiir yalnızlık sanatıdır ve ben ziyadesiyle yalnızım. gerçi eski karımın nafaka celpleri, karşı komşum vediha hanım, sevgili dostlarım memet ve elif, ve tabii olmazsa olmaz yeni rakım. bunlar da bir ömürlük dostlarım. emekliliğin en kötü yanlarından biri de bu olsa gerek. insan bi işe yaramadığının farkına varıyor. emeklilik: emekleyerek tuvalete ve siyasi görüşüne göre abone olduğun gazetenin sayfalarına ziyarete gitmek. neyse ki sikindirik bir kenar mahalle dersanesinin sikindirik orta karar bir sınıfında üniversiteye hazırlık türkçe dersleri veriyorum. çatılar, çekim ekleri, paragraflar-en çok bunda zorlanıyor piç kuruları- yapım ekleri, gizli özne falan filan.. ha bi de dersin son on dakikalarına sakladığım şiir okumalarım. elif bu şiir okumalarım yüzünden dersanedeki işimden olacağımı söylüyor, ama şiirsiz bir toplumda yaşamaktansa işsiz kalmayı tercih ederim. ne de olsa ben emekli edebiyat öğretmeni salih nalbatoğluyum. "hem dünyayı şiir kurtarmayacaksa, kavganın gürültünün birkaç dil bilgisi sorusunun canı cehenneme" dedim geçen gün elife. "çocuklar bu en geniş, en güzel çağlarında şiirin ellerinden tutmalılar, şiir de onların" diyemedim tabii, çok dramatik ve dahası sarkastik kaçardı bir edebiyat öğretmenine böyle 70lerden fırlama cümleler, ben de içime attım. emeklilik beni kesin kanser edecek kesin."haklısın elif, hakkın var" dedim "okumamaya çalışırım bidaha sefere".
sonra elif evine gitti, ben çay koydum, bomboş çalışma odamın nispeten dolu kitaplığından bir kitaba uzandı elim gayri ihiyari. içinde bir adres ve lisede yazdığım şiirlerden biri vardı. adres istanbulda osmanbeyde bir apartmanın adresiydi. ergenekon caddesi Baysungur sokak no:77 nalbandian apartmanı kat:3 no:3 Şişli/Estamboul. lan bu adreste neyin nesi böyle diye düşünmeye başladım. bu kitap babamın birinci el aldığı dostoyevskinin budala kitabıydı. babamdan başkası bu kitabı kullanmış olamazdı. çocukluğumdan beri sarıyerde bu evde oturuyorduk ve çocukluğumdan beri bu kitap bu kitaplıkta pusuya yatmış tozlar içinde yatıyordu. neyse sonra daha dikkatil bakarım diyip masamın üzerine koydum adresi. çünkü adresten daha önemli bi sayfa vardı elimde. lise birinci sınıfta yazdığım bi şiir. ikinci yeninin kulaklarından çekme ve yeni bi akım başlatma sevdasındaydım o vakitler. edebiyat öğretmeni oldum ve sanırım şair olamadım, memur oldum. evlendim falan filan. bu şiir beni lise çağlarıma götürdü. gittim dolaptan sevgili dostum rakımı açtım. bi kadeh koydum bardağıma. başladım okumaya ikinci yeni düşmanı şiirsimi:
uzansam saçlarına, fütursuzca öpsem, sevgisizlik diye bir şarkı çalmaz mı?
bir şey olamıyorsan herşeysindir bebeğim, bunu herkes bilir
yer kabuğu üzerinde çekirge kadar, örümcek kadar hükmün yok
ne adın var kur'an-i azimüşşanda, ne bir ayette yazılısın
aslında varoluş diye bir şey vardır ve her coğrafya kitabı biraz jeopolitik
sevi diye bir şeysen dert etme herşeysindir, hiçbir şeyden de bok
ben hiç olsam, ellerim hiç, gözlerim seslerim kelimelerim hiç
adım meyhanelerde şarkı diye çalınır mı, hı, ne dersin?
şiir yalnız yaşayabilme sanatıdır, aslında bütün şairler incelikli haytalardır.
şiir yalnız yaşayabilme sanatıdır, aslında bütün şairler incelikli haytalardır.
26 Haziran 2012 Salı
Bomonti Sadece Bir Semt Değildir!
ıslıkla downtown train çalarak çapadaki yalnız apartmanının güzel kapısını kapatır.zihninde uykuya dalmış güvercinlerin ürkekliği, ruhunda kırılmaya yüz
tutmuş bir hindu halatının mahsunluğu vardır. takriben 100 adım atacak
ve sokağın köşesindeki tekel bayiine gidecek, devletin kendisine
sağladığı öğrencilik kredisinin belirli bir miktarını bütçesi
çerçevesinde çarçur edecektir. hüzünlüdür. tom waits zaten hüzün demek değilse ne demektir.
huzursuz adımlarını sokağın köşesine doğru yönlendirir. yürürken karşısından mahallenin şarapçısı çakır gelmektedir. "çakır naber lan? şarabı bitirmişin erkenden. ne iş?" şeklinde selam verir. "perfecktus abi be. bana bi bira alsana be" şeklinde tinerci yavşaklığı ve korkutucu bakışlarıyla cevap verir çakır. perfecktus korkmaz. özgür olanlar korkmaz çünkü. ölüm özgürlüğü kısıtlayamaz. "olur lan. gel alıym sana iki bira şerefsiz." diye neredeyse aşırıya kaçan bir sevgi gösterisiyle cevap verir perfecktus. insan zihninin kıvrımları her zaman yeni sürprizlere gebedir. çakır ve perfecktus başlarlar hayatlarının ne ilk ne de son 100 metresine.
tekel bayii çakırı tanır. "dünya üzerinde işlevi kalmamış fakat bu kadar bayisi bulunan başka bir kuruluş yoktur herhalde" der perfecktus çakır'a. çakır bunun farkında değildir. bu durum çakırın sikinde değildir demek daha doğru olur sanırım. "senin bi manitan vardı çakır, beyaz bi kurt köpeği, noldu lan ona?" diye sorar tekel bayisi. kuruyemişçi bozuntusu. "siktim öldü" der çakır. sinirlenmiştir. perfecktusla aralarınaki entellektüaliteye dayanan arkadaşlık bu noktada son yolculuğuna uğurlanmaktadır.bu durum ziyadesiyle sinirine dokunur perfecktusun.
"siktir et sen itleri çakır" der perfecktus. it derken tekel bayiine bir bakış çakar. sert bir bakış. dişlerinin arasından tısladığı duyulur perfecktusun. adanalı backgroundu ve jiu jitsu konusundaki ustalığını bakışlarına yansıtır. tekel bayii korkmuştur. "peki öyle olsun bakalım" gibilerinden bir bakış atar fıstıkçı şahap. "ordan iki tane efes extra ver çakır'a... " der perfecktus, cümlesine devam etmeyi düşünürken çakır şimşek hızıyla fırlatır kelimelerini. "bomonti ver". bomontinin bir semt dışında başka bir cümlede ilk kez kullanıldığına şahit olan perfecktus şaşırır. "bomonti ne lan çakır! al işte efesini amına koyim" der. çakır bu kez korkar bu sertlikten çünkü perfecktus jiu jitsu bilmektedir. çakır perfecktusun jiu jitsu bildiğini kötü bir tesadüfle öğrenmiştir. asla da unutamayacaktır. "abi o gaz yapıyor amınakoyim ya" . çakır bunları söyler ve kenara çekilir. "tamam öyleyse iki tane bomonti ver çakır'a" der perfecktus, "dört tane de bana".
huzursuz adımlarını sokağın köşesine doğru yönlendirir. yürürken karşısından mahallenin şarapçısı çakır gelmektedir. "çakır naber lan? şarabı bitirmişin erkenden. ne iş?" şeklinde selam verir. "perfecktus abi be. bana bi bira alsana be" şeklinde tinerci yavşaklığı ve korkutucu bakışlarıyla cevap verir çakır. perfecktus korkmaz. özgür olanlar korkmaz çünkü. ölüm özgürlüğü kısıtlayamaz. "olur lan. gel alıym sana iki bira şerefsiz." diye neredeyse aşırıya kaçan bir sevgi gösterisiyle cevap verir perfecktus. insan zihninin kıvrımları her zaman yeni sürprizlere gebedir. çakır ve perfecktus başlarlar hayatlarının ne ilk ne de son 100 metresine.
tekel bayii çakırı tanır. "dünya üzerinde işlevi kalmamış fakat bu kadar bayisi bulunan başka bir kuruluş yoktur herhalde" der perfecktus çakır'a. çakır bunun farkında değildir. bu durum çakırın sikinde değildir demek daha doğru olur sanırım. "senin bi manitan vardı çakır, beyaz bi kurt köpeği, noldu lan ona?" diye sorar tekel bayisi. kuruyemişçi bozuntusu. "siktim öldü" der çakır. sinirlenmiştir. perfecktusla aralarınaki entellektüaliteye dayanan arkadaşlık bu noktada son yolculuğuna uğurlanmaktadır.bu durum ziyadesiyle sinirine dokunur perfecktusun.
"siktir et sen itleri çakır" der perfecktus. it derken tekel bayiine bir bakış çakar. sert bir bakış. dişlerinin arasından tısladığı duyulur perfecktusun. adanalı backgroundu ve jiu jitsu konusundaki ustalığını bakışlarına yansıtır. tekel bayii korkmuştur. "peki öyle olsun bakalım" gibilerinden bir bakış atar fıstıkçı şahap. "ordan iki tane efes extra ver çakır'a... " der perfecktus, cümlesine devam etmeyi düşünürken çakır şimşek hızıyla fırlatır kelimelerini. "bomonti ver". bomontinin bir semt dışında başka bir cümlede ilk kez kullanıldığına şahit olan perfecktus şaşırır. "bomonti ne lan çakır! al işte efesini amına koyim" der. çakır bu kez korkar bu sertlikten çünkü perfecktus jiu jitsu bilmektedir. çakır perfecktusun jiu jitsu bildiğini kötü bir tesadüfle öğrenmiştir. asla da unutamayacaktır. "abi o gaz yapıyor amınakoyim ya" . çakır bunları söyler ve kenara çekilir. "tamam öyleyse iki tane bomonti ver çakır'a" der perfecktus, "dört tane de bana".
derken bomonti serüveni başlar. aslında olay böyle cereyan etmemiş olsa da hayal gücü her vakit garibanın sermayesidir bi yerde. "ne olmuş yani büyük adam olamadıksa, hyallerimizi satmadık ya!"
24 Haziran 2012 Pazar
Ortam Çocuğu Kamil Vol. 2 - Lider Adana ile İstanbul
atilla altıkattaki yazıhaneler sokağına çıkar çıkmaz yolunu kesmeye başladı bilet satıcıları ortam çocuğu kamilin. "ankaraya mı abi?" "urfavar urfavar" "elbistan elbistan elbistan" bağırışlarının arasında mağrur bir gladyatör edasıyla lider adana yazıhanesine girdi. girer girmez kesif bir koku burnunun direklerini richter ölçeğine göre 4.7 şiddetinde salladı ve beynine birkaç toplu iğne sapladı. "lanet olsun bu hayat/lanet olsun bu sevgim/seni çok sevmiştim/sen neden bena böyle yaptın?" diye söylendi. duvarlar konuşsaydı eğer arabesk şarkılarla yaşadıklarını anlatırken muhtemelen ağlayacaklardı. arabesk demişken, ortam çocuğu kamil yazıhanedeki bankoya yaklaşırken iğrenç sarılıkta saçları ve iğrenç tondaki konuşmasıyla yazıhane personeli gülen gözlerle karşıladı onu. "buyrun?" diyen gözlerle süzdü onu, sorular sordu bakışlarıyla. üstelik bakışları lensti. "şey ben saat 7 istanbul arabasının servisi geldi mi acaba diye soracaktım" sesinde kendini bulmak isteyen bir gencin dramı vardı. "15 dakika sonra gelir, 6 buçukta" demesiyle birlikte önünde duran fatura benzeri yığının içine daldı yağlanmış sarı saçlı kadın.
ortam çocuğu kamil biraz mahçup biraz da çaresiz oturdu yazıhanedeki sandalyelerin birine. 15 dakikalık zamanda babasını düşündü, annesini, kardeşlerini, adanayı ama en çok da istanbulu düşündü. hayatında bu döneme ertelediği o kadar çok macera vardı ki üniversitede geçireceği 5 yıl bunlar için yeterli olmayabilirdi. interrail yapacak, work and travel yapacak, su gibi karı kızla yatacak, sabahlara kadar film izleyip boğazın en işlek yerinde pantolonunu indirip boğazın sularına işemeye başlayacaktı. 5 yıl sonra lider adananın neoplan modelli arabasının 37 numaralı koltuğunda camdan bakarken bunların sadece bikaçını yapmış olacaktı. hangilerini gerçeğe dönüştürdüğünüyse bize zaman gösterecek. ben zaten biliyorum hangileri olduğunu ama size zaman gösterecek.
otobüse bindi. normal insanlar nasıl biniyorsa o da öyle binmişti ve bu durum bi hayli tedirgin etmişti ortam çocuğu kamili. zira kamil hayatındaki tecrübelerden de yola çıkarak başına bazı aksiliklerin geleceğini biliyordu. aksilikler gelse gelse kamil gibi siliklerin başına gelirdi çünkü. netekim öyle de oldu. otobüs büyük bağırış çağırışlar "gardaşım saat 7de kalkmıyor mu bu?" sorgulamaları ve huzursuz yolcularıyla birlikte hareket etti saat yediyi çeyrek geçe. "sevgili yolculaerımız lider adana seyahatin size sunduğu...hıııı...hoşgeldiniz. ıııııı. yolculuğumuz yaklaşık 13 saat sürecek(yol bitiminde tam olarak 15 buçuk saat olduğunu görecekti kamil bu 13 saatlik yolculuğun) ve ııııııımmm yolculuk botunca iki zefer mola verilecektir. yoljluğunuzzun iyibir şekilde geccmesini diler tejekkür ederiz".
anons anons olalı böylesi eziyet çekmemişti kuşkusuz. otobüs hareket ettikten yaklaşık on dakika geçmemişken şehirlerarası tuvalet kokusu sarmaya başladı koridoru. muavin oda parfümü fısfıslıyorfu fısfıslamasına fakat yolculardan yükselen metan gazı kapalı alanda sigara içme yasağının kanıtıydı adeta."kapalı alanda osuranların götüne tıpa takılmalı kardeş" diye söylendi kamil.
işte istanbul yolu, işte hayallerim, işte gençliğim, işte geleceğim. kamil bu düşüncelerle yolculuğuna başlamıştı. otobüs muavini parmaklarının ucunda yükselerek en ön sıradaki koltuğun üst bagaj kısmına elini soktu, derken bir adet otobüsün başında bir adet de orta kapı kısmında olmak üzere iki televizyon sarktı aşağıya, işte japonlar işte teknoloji. 2 adet kamilin yan kısmında dört adet önünde 4 adet de arkasındaki koltuklarda olmak üzere yaklaşık 10 kişilik bir işçi grubu sarmıştı kamilin etrafını. sürekli yüksexesle konuşup gülüşüp esprileşiyorlardı. bu kamilin ilk şehirlerarası yolculuğuydu, kamil camdan ürkek gözlerle dışarı bakmaktaydı. ekranda yazılar çıkmaya başladıktan sonra işçilerden daha yüksek sesle konuşanı "maskeli beşler ırak" diye bağırdı, ve güldü. kamil nereye düştüğünü anlayamıyordu, bu yolculuğun hayallerinin başlangıcına ulaştıracağı için fazla ses etmiyordu fakat içten içe bir şeylerin yanlışlığını fark etmişti. "siktir et be kamil, sen de izleyiver şu kahrolası filmi" diye söylendi. kamil her zaman amerikan ingilizcesinde güzel seslendirilebilecek şekilde söylenirdi zaten hepimiz gibi. maskeli beşler ırak diye bağıran adam işçi güruhunun gülüşmesinin ardından tekrar şaha kalktı "ya da recep ivedik" gülüşmeler devam etti. çok kötü oyunculuk barındıran canlandırma sahnelerini yaşıyordu kamil. film başladı. amerikanın ırakı işgal etmesini post-protest bakış açısıyla işleyen ve sanatsallıkta no man's land ile dahi yarışabilecek kaliteye sahip oyunculukta tavan yapmış filmi izlerken işçiler her espriye aynı sırayla gülmeye devam ettiler. kamilin yanında oturan suskun pos bıyıklı işçi elleriyle bir sivrisineği öldürdü, belki de yaralamıştır, olayın ardından sivri sineği tekrar gören olmadı. ağır yaralanmış da olabilir.
kamil bir şiir yazmayı denedi ama bu denli heyecanlıyken şiir yazılmazdı. o da başka şeyler yazmaya çalıştı. üniversitede geçireceği en az 5 yıllık sürenin ardından yapmış olacağı şeyleri not defterine yazmaya karar verdi. ortam çocuğu kamil her zaman planlı çalışırdı. noktası virgülüne kamilin yazdıklarını aktarıyorum(parantez içinde yorumlarımı da esirgemeyeceğim, bilginize):
---en az on tane kız arkadaşım olacak en az 10 tane one night stand(bok var ya amk)
---çiçek pasajında en az 3 kere fasıl(no comment)
---boğazın sularına gecenin köründe don çıkarılıp işenecek
---festivallere gidilip entellektüellik merdivenleri tırmanılacak(müslüm gürses dinlediğin günleri ne çabuk unuttun, peki ya selahattin özdemir?)
---galata kulesinin dibinde, boğazın dibinde, bütün tarihi bütün turistik bütün sikimsonik yerlerde birer tek sigara içilecek.
---bütçe yettiğince fener maçlarına gidilecek(fenerli kamil)
---en az on adet one night stand(otobüste sallana sallana yazılan bir notta iki kere tekrar edilen bir madde çok da mühim olmasa gerek)
yüzünü cama dayamış camdaki yansımasına bakarken gözlerinden bir tek yaş döküldü kamilin, kamil pek ağlamazdı, kamil geçen yıl liseden mezun olurkenki haline hiroşimada ölen çocuklara beyrutta silahlarla oynayan çocuk askerlere ağladı, ha bir de bağıra çağıra ezip geçen zamana...
5 yıl sonra yine başını cama yasladığında şimdi ellerinde olan not defterini kaybettiğini fark edecekti, ve zihninde birer birer çizecekti gerçekleştiremediği hayallerini... zaten hayallerinden başka tutunacak neyi vardı kamilin? müslüm söylüyordu kulaklarında... kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde... "artık siksen geçmez bu 13 saat" diye düşündü ortam çocuğu kamil mp3 çalarının sesini açarken... kaç gece ağladım böyle gizlice...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)