"Hiçbir şey Hayat Kadar Şaşırtıcı Olamaz. Yazı Hariç!"


1 Temmuz 2011 Cuma

İKİ -Rakamla 2 -

Yazarlar ikiye ayrılır: sarhoşken yazanlar ve ayıkken yazanlar. 

Şairler ikiye ayrılır: sarhoşken yazanlar ve ayıkken yazanlar.


Umutlar ikiye ayrılır: sarhoşken varolanlar ve ayıkken yok olanlar.


Her mevsimin yavaş yavaş gelmesi gibi ruhum şu anda. Biramdan bir yudum alıp, bir yudum yazıyorum. Bukowski gibi fuck muck yazmayacağım elbette. Sadece blogu blogmuşçasına kullanıyor olmanın haklı kıvancı içerisindeyim. Üstelik sarhoşken yazan bütün yazarlar gibi şekle önem vererek.

Köydeyken herşey ne kadar da güzeldi, arkadaşlarla ninjacılık oynayıp en iyi ihtimalle yalnızlığımızın tadını çıkarırdık. Köydeyken herkes biraz daha fazla yalnızdır. Bu aforizmayı bi kenara yazın, ilerde yazacğım bi kitabımda okyabilirsinz. Hatta kimbilir belki de internette  “yazar bu cümlesiyle tiffany’de kahvaltı filmine gönderme yapmaktadır” falan diye yorumlar okursunuz. Halbuki tiffanide kahvaltı  sikimde bile değil şu an. Saat gecenin 3ü, biram bitti, mutfağa gidip bira almam gerek. Üstelik buradan kalkıp mutfağa gidecek güücüm bile yok. Lanet olsun. Sik falan dedim, bukowskiye gönderme yaptım. Dünyanın en entellektüel sinema izleyicileri olan türkler bunu da anlamışlardır kuşkusuz. Sinema mı dedim? Türkler her konuda mahirdir bebişim, bir tek sinemayla sınırlandırmamak lazım.

Bi biraalıp geliyorum...gerçi bu andan sonra yüz yıl sürer benim bir bira almam. Neyse siktir et. Ulan yine bukowski. Hay bin bukowski!


“You know what?” diye başlayan cümleler kurmayı ne kadar çok isterdimbilemezsiniz. Şimdi çapadaki apartman dairemde, her şeyden uzak, yapayalın bir uzaklık içerisinde... o kadar yalnızım ki... buzdolabımız abdülhamit döneminden kalma, “such an asshole” dedi az önce şarkıcı, “modest mouse” çalıyordu. Yeter bu kadar bukowskiden geçinmek, selam  çaktım sana banadolu, franz kafka...

“Her seferinde biraz daha acıtıyor gidişin” dedim.

“acımasın ama, nasılsa bir gün geleceğim ve hiç gitmeyeceğim” dedi.

“türkçeyi çok güzel kullanıyorsun, yabancı olma kurban olayım” dedim.

“yabancı insanın kendisidir, herkes kendi ruhunu keşfedince kopacak kıyamet” dedi.

“Saatler öyle yavaş geçiyor ki, bir kelebek kanat çırpıyor sanki yavaş çekimde” 

Hiçkimse bir derdi olmadan yazı yazmamıştır. Yazmak, anlatacak birşeyleri olmak demektir. (vay mına koyayım halil cibran gibi adamım lan, her öyled,ğ,m neredeyse aforizma.) okadar karışık bir playlist’e sahibim ki bana media player bile şaşırıyor. Sanırım media playerın çaldığı en komplike shufle list’e sahibim. Sanırım mark zuckerbergten bir plaketi hak ettim. Yok lan o velet başkaydı, ben bll gates’le karıştırdım opezevengi. Gerçi hepsi aynı bokun laciverdi.

“biliyor musun çocuk senin ruhunun en derinindeki köşelerine kadar seviyorum ben seni?”  dedim kendi içimde, “her kalp atışında sana biraz daha yaklaşıyorum, sen farkında değilsin, hepsi bu!”. Dedim içimden.

“karpuz yiyeeğiz şimdi, beniçağırıyorlar, gitmeliyim, ı gotta go” dedi. 

İnsanlar ikiye ayrılırlar, 

bir: seni seviyorum diyince suni bir şekilde sizi “reanswer” edenler.

İki: seni seviyorum diyince, konuyu değiştirip sizi en derinden, daha derinden, daha da derinden sevenler.
Gecenin kaçında bilmem kaçıncı biramı yudumlarken, şunu rahatlıkla söyleyebilirim:”sarhoşken de seni özlüyorum, ayıkken de...”

Not: bu benim ilk ve son blogumu blog olarak kullandığım yazımdır, bundan böyle yine kendim için büyük insanlık için küçük hikayelerle karşınızda olacağım. Öptüm bebişim. Kib. Bye. 

Not2: yazdığım notla bile gönderme yapabiliyorum ve bilmemkaçıncı biradan sonra kafam hala  böyle  zehir gibi ya-beyin bedava- kemdimi kçımdan öpüyor ve tebrik ediyorum. Haleluyah mustafa.


“yaşamak kendi başına bir değer yargısıdır.”


1 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...