"Hiçbir şey Hayat Kadar Şaşırtıcı Olamaz. Yazı Hariç!"


28 Ağustos 2010 Cumartesi

Ümraniye Otobüsü

Her şey bir pırlanta küpeyle başladı. Kabataş- Üsküdar vapurundan inmiş, dudağımda inceden bir ıslık, arka cebimde(rahmetli amcam ‘göt cebimde’ diye telaffuz ederdi) ,Uykusuz dergisi, kulağımda ayıptır söylemesi ı-pod’um, i-pod’umun içinde raphael çalıyor: “suivez la musique”. Etrafımdaki her şeyden kendimi soyutlatıp baktığım vakit kendimi öylesine hafiflemiş öylesine kuul hissetmekteyim ki sanki oradan geçen genç ve güzel bir türk kızına hafiften yaklaşıp “ne kadar güzel gülüyorsun sen. Evim var.bişişe de absolut var hatta şarap da var(bavyera).ne duruyoruz helva yapsak ya?” desem hemen küçük tavşancık gülümsemesiyle üsküdardaki evime misafir olacakmış gibi. O kadar rahat bir psikolojideydim yani. Öpsem izi kalırdı yani o kadar.

Işıklardan geçmek varken arabaların hengamesine dalıp karşıdan karşıya geçtim ben de her türk vatandaşı gibi. Bazen kendimi bir Levanten gibi görürüm. Aslında bir Levantenim ben ama bu bedende Levanten. Her neyse bu şimdiki konumuz değil. Karşıya geçecekken hızla geçen bir araba bana çarptı. Havaya yükselirken karşıdan karşıya geçmeye çalışan kıvırcık sarı saçları birbirine dolanmış, üzerinde masmavi elbisesiyle onu gördüm. Ben havada uçuyordum ve o karşıya geçemiyordu. Çünkü araba bana çarpmıştı ve ben bilmem kaç metre yükselmiştim.ölmüştüm.bunu da size cehennemden yazıyorum.

Karşıya geçmeyi başardım.(18 canlıyım ben, çabuk ölemiyorum.) duraktaki arabalara baktığımda ümraniyeye gidecek olan 15B otobüsünün evime gitmek için en kısa yol olacağına kanaat getirdim.ümraniyeyle ilgili toplumsal açıdan fişteklenmiş, penguendeki “dudulu postası” köşesini okumuş ve Ümraniye gençleriyle iligli yeterli donanıma ulaşmamıştım henüz. Bildiğim tek şeyümraniye adında bir ilçenin olduğu ve bu ilçenin üsküara komşu olduğuydu.otobüse bindiğimde miniminnacık etek giymiş iki güzel arkadaş karşıladı beni. İçimden “sıkışsalar da yanlarına otursam” diye düşünürken bi anda sıkışıverdiler ve sorgusuz yanlarına oturdum. “sevişelimmi?” dedi biri. “diğeri Rusça başka bişeyler söyledi. Anladığım kadarıyla slavdı diğeri. Ardinal bir hormondu ve tam bu anda bende tavan değerindeydi. Aniden uyandım ve öğretmen eteği giymiş yaşlı bir teyzenin yanımda durduğunu ve benden yer beklediğini anladım. Ben de her türk erkeği gibi uyuyor numarası yapmaya devam ettim.(desem de inanmayın, hemen kalktım ve yer verdim).

Kulağımda artık ray Charles çalıyordu. “Hit the road jack”. Göt cebimde uykusuz dergisi içimde Ümraniye otobüsünün verdiği bi yabancılaşma hissi. Ruhuma serpilen yeni şeker kamışı tohumları henüz birer yemişe dönüşmemişken. Sağıma döndüm ve bikaç dakikalığına ray Charles ın sesini duyamadım. Çünkü blood diamond da dahi göremeyeceğimiz büyüklükte bir pırlantayı yanımdaki arkadaş kulaklarında taşıyordu. Bu kadar güçlü kulaklarla kamyon çekebilirdi, hatta kiremit bile kırabilirdi. Böylesi bi hazine için onun kulağını kesebilecek çok insan tanıyorum. Şaşkınlığım geçmeye başlıyordu ki yanımdaki beyaz nike şapkalı arkadaşın pantolonundaki düğme ve cep sayısı karşısında benim matematiğimin yetersiz kalmasıyla düşünmeye başladım. “acaba o haklı mıydı?” (yazının bu kısmında birazcık gerilim katmaya çalıştım, hikayenin içinde geçmeyen br,nden bahsederek okuyucunun ilgisini çekmeye çalıştım)

Kulağımda jim morrison bas bas bağırmaktaydı: “ People Are Strange.”
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...